BARBARLARI BEKLERKEN
Nobel
ödülü sahibi J. M. Coetzee, bu romanında hayalî bir imparatorlukta geçen
olayları anlatıyor. Ancak, yazarın 1970ler Güney Afrikasına gönderme yaptığını
seziyoruz. Geniş topraklara yayılmış bir imparatorluğun en ucundaki bölgede
yaşayan Barbarlar, sözümona, ayaklanmak, imparatorluğu tehdit etmek
üzeredirler. Onları bastırmak bahanesiyle merkezden gönderilen Albay ve
emrindekiler, müthiş bir işkence ve kıyım başlatırlar. Bu olaylar, o bölgede
görevli, yıllardır başkentin yüzünü görmemiş Sulh Yargıcının ağzından
aktarılır. Barbarları Beklerken, ürkütücü bir zorbalığın öyküsünü dile
getirmekle birlikte, öncelikle bir aşk, sevecenlik, bağışlama ve insancıl
duygular romanı. Coetzee roman kişilerini, olayların geçtiği ortamı öylesine
ustaca aktarıyor ki, karakterlerin hiçbiri karikatürleşmeden, iyi ve kötü
yanlarıyla somutlaşıyor. Coetzee zorbalara da, onların kurbanlarına da aynı
insancıl tavır içinde yaklaşıyor. Barbarları Beklerkeni okurken, bir yandan az
gelişmiş ülkelerde yıllardır oynanan siyasal oyunları izleyecek, öte yandan
alışılmadık ama gerçek, sarsıcı bir aşka tanık olacaksınız. (Tanıtım
Yazısından)
Barbarları
Beklerken!
Kitabı az önce
bitirdim, kitap hakkında düşüncelerim uçuşmadan yakalayıp bir şeyler karalamayı
umuyorum. Her kitabı okuduktan sonra
mutlaka başlık hakkında tekrar düşünürüm. Kitapla uyum yakalayabilmiş diye. Bu konuda çok başarılı buldum çünkü “Barbarları Beklerken! “ derken kimin
barbar kimin ise beklendiği ironisi çok güzel verilmiş.
İçeriğe
gelince, “Barbar” olarak adlandırılan insanları yerinden etme ve o insanlara karşı verilen mücadele(işin ironi
kısmı), yapılan eziyet, işkence… Ama bu işkence okurken içiniz el vermeyecek
şekilde detaylara girmeden anlatılmış. (Aksi halde okumakta çok güçlük
çekerdim.) Karakterimiz hakim olmasından
kaynaklanan, kimin barbarlık yaptığı sorunsalına karşı boşa verilen mücadeleyi
irdeliyor. Bu arada kaçırılan ve damgalanan bir kızın kahramanla (Hakim)
aralarında tam olarak kurulamayan ilişkisine de değiniliyor (sevgili-baba rolü
muamması ) Bu kısımda beni etkileyen; gerçeği gören kişinin kendi toplumu
tarafından dışlanması (buraya kadar normal, alışık olduğumuz sahne) ve
gerçekleri sesli söyleyen kişiye işkence de yapılıp ardından serbestte bırakılsa, gideceği hiçbir
yerinin olmaması. Hadi git! Dendiğinde bile yine yanlış yaptığını bildiği
topluma karışma çabası. “Hiçbir insan yalnız yaşamak içi yaratılmamış” geçiyor
bu bölümlerin birinde.
Günlük
tarzında, birinci ağızdan yazılmış ayrıca çok akıcı, göz kalabalığı yapmayan
kelimeler ile bir çırpıda okunabilecek bir kitap.
Tavsiye eder
miyim? Evet
25/07/13
Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder