10 Mart 2014 Pazartesi




BİR TEREDDÜTÜN ROMANI

Kitap okumak ayrı bir zevk, Peyami SAFA okumak ise apayrı bir zevk… Okudukça insanlar üzerine düşünmeyi, yanılmayı, yanılgıları fark etmeyi sağlayan yazar benim için. Okudukça daha bir seviyorum, her okuduğum kitabı hayal kırıklığına uğratmıyor beni, aksine diğer kitabını okumak için niye ara verdiğimi sorgulamamı sağlıyor içimde. Herkeste nasıl bir etki bırakır bilemem ama iç muhasebe yapma imkânı veren ender yazarlardan.  Çok sevdiğim hakkında konuşmak, onun etkisini azaltacak endişesi ile tereddütte bırakıyor beni…

Bu yüzden sadece birkaç noktaya değinmek istiyorum; peş peşe okuyunca iyi farkına varabildim; her kitabın da yan karakter bile olsa mutlaka bir hasta-hastalık-doktor üçlemesinden birine değiniyor. Bu bana Dostoyevski’yi hatırlatıyor. O da mutlaka hummalı hastalıklı bir karakter yerleştirir kitaplarına. Dostoyevski’nin öyle bir dönemi olduğunu ve kitaplarında da sıklıkla kendinden bahsettiğini biliyordum sonra da Peyami Safa için benzer durumu düşünmeye başlamıştım. Hayatına göz atınca ise 9. Hariciye Koğuşunda yatan hastanın kendisi  olduğunu ve çok zorlu bir hayatının olduğunu öğrendim. Nietzsche “İnsanı yaşadığı acılar olgunlaştırır” der, Peyami Safa’yı da bu acılar yazdırmış anlaşılan…

Not: Hala en sevdiğim kitabı: Yalnızız
''Eğer insanları tereddüte sevk eden şey bedbaht olma korkusu ise bende böyle şey yoktu; çünkü hiçbir hareketimin gayesinden tam bir saadet beklemiyordum. Hayattan aldığımız her zevki ona muadil bir ıstırapla ödediğimizi bildiğim için, hiçbir şeyden yüzde yüz saadet ümit etmiyor ve yüzde yüz felaketten korkmuyordum. Bunun ikisi de imkansızdır. Çünkü ruhi varlığımız hazla kederin muvazenesine istinat eder, işte en büyük adalet ve müsavat! İnsan çektiği ıstırap nispetinde zevk duyar.. Kararlarım üzerinde mesut olmak ümidi ve bedbaht olma korkusu tesirini kaybetmişti. Bütün amellerimizin neticeleri arasında ıstırap ve zevk itibariyle ahenk bulunduğuna kaani oldum.."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder