26 Mart 2014 Çarşamba

 
MATTİA PASCAL (YAŞADI MI, YAŞAMADI MI?)
Bu kitap ile tanışmam Peyami SAFA’nın “Bir tereddütün romanı” adlı eseriyle gerçekleşti. Hatta kitabı okudukça, kitapta rastlamasaydım bile sanırım tahmin edebilirdim onun tarzı olabileceğini. Sade bir romanın  dışında aralarda yaptığı felsefeler, konusunun ilginçliği ve karakter analizleri ile o kadar paralellik gösteriyor ki Peyami SAFA kitapları ile…
M.Pascal, arkadaşına iyilik yapma adına yaptığı evlilik ile hayatını karartır. Bir gün eline biraz para geçince kaçmak, uzaklaşmak ister. Başka ülkelerde gezerken, gazetede kendi intihar ilanını görür. Başlangıçta tereddüt etse de, bir an özgürlüğüne kavuştuğunu hisseder. Kumarda kazandığı para ile uzaklara gidip yeni bir hayat kurmaya çabalar. Ama insanların ikiyüzlülüğü ve acımasızlığı yine peşini bırakmaz.  Zamanla, bu sınırsız ve kimliksiz özgürlüğün aslında özgürlüğünü kısıtladığını hisseder ve burada özgürlüğün ölçütünü sorgulamaya başlar. Özgürlük var mı, varsa ne ölçüde ve ne kadar yaşanabileceğini harika bir şekilde dile getirmiş. Aynanın karşında yeni kimliği, eski kimliği ile konuşmalar ve sorgulamalar yapar. Hatta gölgesini bile benimseyemez…
Bazı bölümlerin sayfa numaralarını not aldım ve tekrar tekrar okuyup düşünüyorum. Özellikle fener ve gölge bahsi geçen yerleri…  
“…bir süre seyre daldım gölgemi. Ama hayır, ayaklarımın altında çiğneyemezdim onu. İkimizden asıl gölge olan hangisiydi? Ben mi, O mu?
İki gölge!
İşte biri yere upuzun uzanmış, herkes üstüne basıp geçecek: Kafamı çiğneyecek, yüreğimi çiğneyecekler. Ama benden tek kelime yok! Gölgemde de!
Bir ölünün gölgesi! İşte benim hayatım…
Bir kalbi vardı bu gölgenin, ama sevemiyordu; bir kafası vardı; ama bir gölgenin başı olduğu için düşünüp, anlayamıyordu; çünkü bir başın gölgesi değildi; bir gölgenin başıydı; tamamıyla böyleydi.”
 “«…Hiç şüphe yok ki birçoklarımız da, şu fenerciklerin zayıf fakat berrak ışığı, bunalımlı bir özenme uyandırır; buna karşılık bazıları da, bilim yoluyla yıldırıma hükmettikleri için kendilerini Jüpiter gibi güçlü hissederek, o küçük kandilleri küçümseyerek, bunların yerine elektrik ampullerini koyarlar. Ama şimdi yine size sorduğum soruya dönelim, azizim Bay Meis: Filozofların tartışmasıyla işe başladıkları bilimin ise, araştırmaya yanaşmamakla beraber, varlığını inkâr etmediği bu karanlık, bu engin esrar sakin bir serap, zihnimizin yarattığı aldatıcı bir hayal, hiç rengi olmayan bir uydurma olmasın? Eninde sonunda şu esrarın bizim dışımızda değil de, ta içimizde olduğunu ve benliğimizdeki o ünlü yaşama duygusu gereğince ve bir çeşit sorumlulukla içimizde yanan kandil olduğunu kabul edersek ne olacak?
Ya bu kadar korktuğumuz ölüm olmasaydı? Şayet ölüm, sonunda, hayatın uçup gitmesi değil de, bizdeki şu küçücük kandilinin yağının tükenmesi, yani yaşamaktan gelen içimizde o zavallı duygunun sönüşünden başka bir şey değilse; korku veren, acı bir duygu. Çünkü uydurma bir karanlık sınırlandırılmış ve belirlemiş de ondan ve bunun berisinde küçücük ışıltılı tırtıllar olan bizlerin çevremize serptiğimiz zayıf ışık alanı; hayatımız da bu ışığın içine gömülmüş gibi: Böylece bir gün kendisine döneceğimizi söylediğimiz (Oysa biz oldum olası içindeyiz) ebedi hayatın kısa bir süre dışında kalan bir yaşayış, içimizi kemiren o yalnızlık duygusundan kurtarır mı bizi?
Bu iki alem arasında gerçek sınır yok: Bu ışığımızın küçüklüğü, kişiliğimize uygundur; tabiatta gerçekten yoktur böyle şey. Biz her zaman yaşıyorduk, bilmem bu hoşumuza gidecek mi? Ve evrende yaşayacağız, bugün bile şu andaki şeklimizde evrende olup bitenlere katılmaktayız.; ama bilmiyoruz bunu, hiçbir zaman da bilmemiştik.; ama bizim için ne büyük talihsizliktir ki şu ağlamaklı, kahrolası küçük fener bize ancak aydınlatabildiği kadar az bir şey gösterebilmektedir. Bunu da gerçekte olduğu gibi gösterseydi bari! Ama ne gezer kendince bozar onu, bize gözyaşları içinde gösterir; gelgelelim başka bir zaman bundan daha gülünecek bir ley bulamayız. Evet sayın bayım, küçücük fenerlerin bize verdiği tüm budalaca, boş duygulara, gölgelere, karşımıza çıkardığı gösterişli acayip umacılara ve bize duyurduğu korkulara gülerdik.»
Uzuun cümleler ile anlatım arasındaki doğru orantı gerçekten şaşırtıcı ve etkileyici. Betimlemeleri, gözlemleri ve farkındalığını çok iyi yansıtmış yazar.  Kurgusu, anlatımı, ifadeleri, karakterlere yöneliş ve onlara donattığı bakış açısı da çok orjinaldi.
 
Not: Kitabın temini biraz zor, hele Çıplakları Giydirmek sanrım satışta yok, en yakın bir sahafa bakılması tavsiye olunur :)
26 Mart 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder